Euro 2024’e tüm dünyadan yoğun ilgi olmasının yanı sıra futbolun, ‘eril’ bir spor olduğunu belirten Aydınlık gazetesi yazarı Ece Ataer, kadınların tribünlerde daha çok yer almasına da değindi. Erkeklerin futbola tutkusunun yanı sıra sporun ekonomik yönüne de dikkat çekerken, futbolcuların yeni toplumsal ‘kahramanlar’ olduğuna değiniyor. Futbolun oyalanmaktan, eğlenmekten çok daha köklü olduğunu vurgulayan Ataer’in “Freud, bu futbol sohbetine katılsa ne derdi acaba?” başlıklı yazısı şu şekilde:
“EURO 2024 bana erkeklerin futbol tutkusunu düşündürdü. Biliyorsunuz, epeydir sizin adınıza düşünüyorum. Milli maçları izlesem de okunacak kitaplar beklerken “futbol” benim için zaman kaybı. Son yıllarda kadınları da tribünlerde görüyorum. Toplum tarafından “Erkek Fatmalar” olarak nitelendirilen bu enerjik kadınlar; sevgilisini ya da eşini çok seven, uyumlu kadınlar olmalı! Mutlaka futbolu bir erkek kadar sevenler de vardır ama çoğunluğunun sevdiği erkekle bir anı yaşamaktan keyif aldıkları için bu eyleme dahil olduklarına inanıyorum.
Futbol, “eril” bir spor. Bir erkekler takımı, gücünü karşısındakine kabul ettirmek için kazanma hırsıyla kıyasıya mücadele ediyor. Birbirlerini sakatlama pahasına, adeta savaşıyorlar. Erkekler de zaten oyuncuları eleştirirken bunun bir kadın sporu olmadığını “karı gibi oynamak(!)” deyimini kullanarak vurguluyorlar. Bir erkek, tribünlerde tezahürat yapan erkeklere kendini beğendirmek için topu en uzağa atıyor. Tüm erkekler, gözlerini fal taşı gibi açmış topun arkasından huşu içinde bakıyorlar.
Öncelikle tipik bir “topçu” olarak çocukluklarından itibaren sokaklarda bu oyunu oynayarak hayatlarına başlıyorlar.
Karşılaşmaların Çocukluktan İtibaren Bilinen Temel Bir Kurgusu Var…
Binlerce çeşitlemesiyle bir hikâye sürekli tekrarlanıyor. Böyle olmasına rağmen son vuruşa, saatin son tik takına kadar seyircinin ilgisi hiç azalmıyor. Yeni olan insana haz verir klişesi futbol için geçerli değil! Tam tersi bilinenin verdiği bir haz söz konusu. Sevilen bir yemeği yemek gibi ya da seks gibi. Geçmişte yaşanan, bildik hazlara yenileri ekleniyor.
Karşılaşmanın her aşaması, dönüm noktası dikkatle izleniyor. Farklı tekniklerle, bin bir ustalıkla çeşitlemeleri yapılan futbol karşılaşmaları aslında hep aynı olan, sonsuz kereler tekrarlanan; böyle olduğu halde daima okunan hikâyeler ya da romanlara benziyorlar. Hani hikâyelerde aşk aşktır, dostluk dostluktur da ama nasıl? Bu anlamda, belki polisiye veya gerilim romanlarına daha yakın olabilirler.
Bir Beethoven piyano konçertosunu ezbere biliriz ama her piyanist farklı yorumlar. Aynı konçertoyu dinlemek için farklı yorumcuların resitallerine gidilir. Sıradan sporcuların ya da sıradan piyanistlerin içinden soluğunuzu kesen biri karşınıza çıkıverir. İşte, Arda, Ronaldo gibi bazı futbolcular erkeklerin soluğunu kesiveriyorlar. Türkiye-Çekya maçını izlerken Arda’nın bir vuruşu bana zarif geldi. İşin estetik bir tarafı da var. İçimden “Arda ne kadar zarifsin desem ne der acaba?” diye düşünmeden de edemedim. Erkeklik -futbol- zarafet erkeklerin gözünde nasıl birleştirilebilir? Kan çıkar mı acaba?
Maç sonrası televizyonda değerlendirmeler yapanlar ise ayrı bir dünya. Bir maçı defalarca izleyip her defasında farklı şeyler görüp yorumluyorlar. Aslında, sevdiğimiz bir filmi defalarca izleyip farklı saptamalar yapmamızdan pek farkı yok.
Futbol, Kahramanlar Görme İhtiyacını da Karşılıyor.
Hayal dünyaları gelişmeye başlayan erkek çocuklarının bir rol modelleri olur. Dünyanın neresinde olursa olsun erkek olmaya abartılı tarzda kahramanları taklit ederek başlanır. Genç çocuklar, ilahlarına taparlar hatta onlara benzemeye çalışırlar. Yetişkinlerin futbol merakını tetikleyen şey, yeniyetmelikteki kahraman ihtiyacının bir kalıntısı olabilir.
Ayrıca, eksikliklerimizi başkalarının eylemleriyle tamamlamak, hepimizde var olan bir şeydir. İnsan, bir şeyin nasıl yapıldığını bilir ama kendisinin onu hayran olduğu kişi gibi yapamayacağını da bilir. Kendi türünden birinin onu yapması ise onur verici bir duygudur. Üstelik bir takıma ait olup hep birlikte başarısızlıkların üstesinden gelmek daha kolaydır.
Futbolcular ise modern dünyanın zengin kahramanları. Genç çocukların büyük bir çoğunluğu, beğendiği futbolcunun adını taşıyan takımının formasını giyiyor.
Futbolun Büyük Çaplı, Ticari Bir İş Olması Beni İtiyor.
Bu ekonomik eşitsizlikte milyon dolarlık servetlere sahip futbolcuların ardından bakmak kanıma dokunuyor. Astronomik ücretlerle transferleri gerçekleştirilerek rakiplerini ezmenin karşılığını fazlasıyla alıyorlar.
Futbol, sisteme dahil edilerek kurumsallaştırıldı. Profesyonel futbolda gözden çıkarılamayacak kadar çok para var! Yakın zamanda bir futbol takımının başına geçmek için ne entrikalar döndürüldüğünü gördük! En büyük şirketlerin başında olanlar; yönetimde söz sahibi olmak, dizginleri ellerinde tutmak için futbola yükleniyorlar.
Çeşitli teknolojilerle günlük hayat bu kadar hızla değişirken onun değişmemesinin nedeni de fazlasıyla tekelleşmiş olması. Çocuklar, mutlaka yeni oyunlar icat ediyorlardır ama yeni buldukları oyunları piyasaya sürme şansları yok! Ancak bunu bilgisayar oyunlarında yapabilirler.
Erkekler, Hafta Sonlarını Futbol Oynayarak Değerlendiriyorlar.
Sırf egzersiz yapmış olmak ya da formu korumak için bireysel sporlar yapmak yerine rekabet içeren bir spor yapmak daha sağlıklı. Maçı kazanmak için çabalarken koştuğun, sıçradığın unutulur. Sağlık için egzersiz yaptığın aklından çıkar. Kendini unutur insan. Dikkatinin zaman zaman kendi bilincinin sınırlarını aşacak biçimde yoğunlaşması, rekabetten alınan zevk; insanda tarifi zor bir mutluluk duygusu yaratır.
Kısaca bu futbol tutkusunda oyalanmaktan, eğlenmekten çok daha köklü, derinlerde bir şey var. Freud bu sohbete katılsa neler derdi acaba?”